Bilgen: 'Paralel’in paraleliyle karşı karşıyayız'

Bilgen: 'Paralel’in paraleliyle karşı karşıyayız'
HDP sözcüsü Ayhan Bilgen, grup toplantısında dün akşam Ankara'da, suikast sonucu öldürülen Rusya Büyükelçisi Karlov, üzerinden hükümete yüklendi.

HDP sözcüsü Ayhan Bilgen, grup toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Bilgen, şu ifadeleri kullandı: Aramızda olmayan, olamayan eş genel başkanlarımızı, grup yöneticilerimizi, milletvekillerimizi, halk iradesiyle seçilmesine rağmen görevlerinden alınan belediye eş başkanlarını, aylardır tutuklu gazetecileri, akademisyenleri, avukatları selamlıyorum.

Aralık ayının ikinci yarısı, Türkiye tarihinde utanç verici, yüz kızartıcı onlarca olayın da yıldönümüdür. Sadece birkaçını anmak, hatırlatmak istiyorum.

MARAŞ KATLİAMI, TÜRKİYE TARİHİNDE LİNÇ UYGULAMALARININ SIRADANLAŞMASININ SEMBOL VAKALARINDAN BİRİSİDİR

19 Aralık, 19 Aralık Cezaevi katliamının da yıl dönümü. Geriye kalan Veli’nin kopmuş kolu ve ona tazminatı ödememek için direnen devlet, AİHM kararlarına uymamak için neredeyse iş makinelerine zarar verdiği için operasyonun maliyetini bile Veli’den almaya çalışan bir hukuk anlayışı. Yetmiyormuş gibi, son KHK ile görevden alarak, halen tahammülsüzlüğün devam ettiğini, hala intikam ve öfke duygusuyla 19 Aralık’taki zihniyetin devam ettiğini çok açıkça gösteriyor.



Bir başka yıl dönümü 17-25 Aralık’ın yıldönümü. 17 – 25 Aralık birkaç açıdan önemli. Birisi, yeni tamamlanan bütçe görüşmeleri açısından aslında çok sembolik bir söze tanıklık ettiğimiz vakayı ifade ediyor. ABD’de tutuklu Reza Zarraf ve dönemin bakanlarının önemli sözleri var. Örneğin, Erdoğan Bayraktar, “Ne yaptıysam Erdoğan’ın bilgisinde yaptım” demişti. Zarraf, “Bütçedeki açığın %15’ini ben çözüyorum” demişti. Şimdi bütçe açık verirse bu, ABD’ye giden bakanların tüm ricalarına rağmen Reza Zarraf’ın serbest bırakılmamasından olacak. Yoksa Türkiye ekonomisi çok iyi yönetiliyor ama Zarraf olmadığı için bütçe yüzde 15 açık verecek.

17- 25 Aralık Türkiye güvenlik politikaları açısından da kritik bir tarih. Çünkü bizatihi Sayın Başbakan, “Bizim için kırmızı çizgi, terör faaliyetinin başladığı gündür, o da 17 Aralıktır” demişti. 17 Aralık’tan sonra da ne olduğunu hepimiz biliyoruz.  Mesela kapatılan okullara öğrenci başına ödenek gönderilmeye devam edildi. Buraya çocuklarını gönderenler işlerinden atıldılar ama devlet 17 Aralıktan sonra da finanse etti. Dünkü Rusya Büyükelçisi'ne yönelik saldırıyla ilgili, söz konusu polisin göreve alınma tarihine baktığınızda, onun da 17 Aralık’tan sonra olduğunu çok net biçimde görebiliriz.

YARGIDAN KİMİN KAÇTIĞI ORTADA

Tarihteki bu kritik olayları anarken, bugüne ders çıkarmak için, aynı hataları yeniden yaşamamak için konuşuyoruz. Kasım ayının başından bu yana, Hükümet, tutuklanan milletvekillerimizle ilgili adeta bizi suçlayan söylemler geliştiriyor. Sadece 17-25 Aralık’ta yargıdan kaçırdıklarını hatırlasalar, kendi bakanlarını yargılatmamak için nasıl bir yaklaşım içine girdiklerini söyleme cesaretini gösterseler, yargıdan kimin kaçtığını herkes net bir biçimde görecek.

BİZ KİMSEDEN LÜTUF BEKLEMİYORUZ

Son grup toplantımızdan sonra Kadın Meclisi  Sözcümüz Besime Konca, Grup Başkanvekilimiz Çağlar Demirel tutuklandı. Milletvekillerimiz  Alican Önlü, Nimetullah Erdoğmuş ve Mehmet Emin Adıyaman gözaltına alındı ve bırakıldı. Anayasa Mahkemesinin kararı çok açık. Bazıları, “çözüm arıyoruz, bir yol bulunacak” diyor ya, bir şey aramanıza gerek yok. Bunun bir haksızlık olduğunu kabul ediyorsanız ve bunun bir önceki başbakanın oyunu olduğu sözünüzde samimiyseniz, o zaman Anayasa Mahkemesi kararının gereğini yapın. Daha önce de tutuklu yargılanan milletvekilleri vardı. Anayasa Mahkemesi net bir karar verdi, “Milletvekilleri tutuklu  yargılanamaz” dedi. Biz kimseden lütuf beklemiyoruz, himmet beklemiyoruz, özel bir jest istemiyoruz. Sadece suç işlemekten vazgeçin. Anayasa Mahkemesi kararları herkesi bağlar. Arkadaşlarımızın mutlaka serbest bırakılması gerekir.

Biz yargıdan korkmuyoruz. Ne ifadeye zorla götürerek ne tutuklayarak bizi inandığımız değerlerden vazgeçiremeyeceksiniz. O zaman yol yakınken dönün. İşi inatlaşmaya, rehine siyasetiyle pazarlığa açık hale getirmeyin. Hukuksuzluğa son verin.



TÜRKİYE GÜVENLİK POLİTİKALARINI YENİDEN TARTIŞMAK LAZIM

Rusya Büyükelçisi'ne saldırıdan sonra, Türkiye’nin güvenlik politikalarını baştan tartışmak, esastan tartışmak gereği doğuyor. Bakın, yeni bir karar var; Gezi eylemlerinde hayatını kaybeden Ethem Sarısülük’ü vurduğu sabit olan, öldürdüğü bilinen polis, 10 bin 100 lira para cezasına çarptırıldı. Bu kararla, Türkiye’de polise nasıl bir hareket alanı tanındığı, polisin nasıl bir keyfi davranma hakkına sahip olduğu bir kez daha tescillenmiş oldu. Bir kişinin hayatının 10 bin 100 lira karşılığında katilini serbest bıraktı.

Yaklaşık 2 aydır bir kayıp vakasıyla karşı karşıyayız, bir gazeteci; Müjgan Ekin. Bu gazetecinin, ailenin çok yoğun çabası, neredeyse devletin görevini yerine getirircesine araştırması sonucunda ortaya çıkan net fotoğrafları var. Ankara’da, şehrin göbeğinde Müjgan Ekin’in bindiği taksi 4 araçla takip ediliyor, durduruluyor. Durduran kişiler kendilerini polis diye tanıtıyor, Müjgan Ekin’i alıyorlar. Üzerinden 2 aya yakın süre geçmesine rağmen, Müjgan Ekin ile ilgili devletin kabul ettiği iki somut bilgi var. Bunlardan biri, İHD’ye ailenin başvurusu üzerine,  Asayiş Dairesinden bir emniyet müdürünün imzalı yazısı. Bu yazıda özetle, Müjgan Ekin’in kayıp şahıs pozisyonunda olduğu şeklinde İHD’nin bilgilendirildiği ifade ediliyor. Ama dosyada başka bir evrak var. Bir görüşme tutanağı var, bu tutanak hiç İHD’ye verilen bilgiye benzemiyor. “Haberimiz yok” dedikleri Müjgan Ekin ile ilgili, “Şahsın bölücü terör örgütüne üye olduğu tespit edilmiştir. Zorla kaçırılma ihtimali bulunduğundan dosyanın TEM’e devredilmesi talimatı alınmıştır”. İşte yargı – polis ilişkisini ortaya koyan bir örnek vakayı paylaşıyoruz ki üzerinden geçen uzun süreye rağmen Müjgan Ekin sağ salim ailesine kavuşabilsin diye.

ÜLKE ENİŞTELERE VE YENGELERE KALMIŞ

Türkiye güvenlik politikaları açısından büyük bir riskle karşı karşıyadır. 15 Temmuz’u enişteden öğrenenler, dün akşamdan bu yana failin bütün ailesini gözaltına alarak, bu vahşi cinayeti, bu suikastı aydınlatmak için belli ki yengeye başvurmuşlar. Yani ülke eniştelere ve yengelere kalmış durumda. Devletin istihbarat birimleri,  güvenlik bürokrasisi, buna ayrılan bütçe, binlerce personel güvenlik için hiçbir şey ifade etmiyor. Ancak ahbap çavuş ilişkileriyle ve tüyler ürpertici bir ciddiyetsizlikle insan hayatının değersizleşmesinin her gün bir örneğini yaşıyoruz.
 
Dünkü saldırıyı gerçekleştiren ister Hükümet’e yakın gazetelerin teşhis ettiği gibi “FETÖ” olsun, ister şahsın attığı sloganlara bakarak El Nusra, El Kaide bağlantılı örgütlerle ilişkili olsun, bu bizi ilgilendirmiyor. Bu tartışmanın tarafı değiliz. Bu olayın uluslararası basındaki yansıması çok net: “Rusya Büyükelçi Türk polis tarafından öldürülmüştür”. Gerisi hükümetin gündemidir, hükümetin derdidir. Arkasındaki ilişkiyi saptamak, yengeyi göz altına alarak mı, yoksa polis eğitim sistemi gözden geçirilerek mi yapılacak? Bu hükümetin işi.

2 buçuk yıldır bu şahıs emniyette çalışıyor, 2 buçuk yıldır bu şahsın “FETÖ” ile ilişkisi tespit edilememiş ama polisin “FETÖ”cü olduğunu 2,5 saatte çözdüler. 2 buçuk yıl boyunca sınavdaki sahtecilik iddiaları soruşturulurken, bir sürü sivil insan cezaevine alınıp, açığa alınırken bu şahıs görevine devam etmiş.



PARALEL’İN PARALELİYLE KARŞI KARŞIYAYIZ

Daha önce IŞİD katliamlar yaptığında, partililerimiz birçok şehirde IŞİD aleyhinde gösteriler yaptı. Van’da IŞİD aleyhine gösteri yapan HDP’lillere bir polis çok sert müdahale etti ve bir polis seslendi; “Yaşasın IŞİD,  IŞiD biziz” diye. Bu polis hakkında bir işlem, soruşturma yaptınız mı? Cizre’de, Sur’da, yatak odalarına Arapça sloganlar yazan güvenlik görevlilerine ilişkin ne yaptınız? Yani işi FETÖ diye kapattığınızda sorun çözülmüş olmuyor. Herkes biliyor ki paralelin paraleliyle karşı karşıyayız. Bir paralelle mücadele etme adına başka paraleller kuruyorsunuz. Başka yapıların, başka ideolojik saplantısı olan çevrelerin, devleti başka niyetlerle ele geçirmek isteyenlerin kadrolaşması tehlikesiyle karşı karşıyayız. Hangi cemaat tartışması yapacak değiliz. Hukuka bağlı kalmak zorunda olan polistir, sorumlu olan da siyasi iktidardır.

OHAL’de sendikalar miting düzenleyemiyor, siyasi partiler açıklama yapamıyorken, bombalı araçlar canlarının istediği yere gidebiliyor, bir büyükelçi polis kimliğini gösteren biri tarafından öldürülüyorsa sormak lazım; siz OHAL’i ne için ilan ettiniz? Bir kişi güvenliği için mi, toplum güvenliği için mi, muhalifleri tasfiye etmek için mi?

TROLLER ÜLKEYİ YÖNETİYOR

Ülkeyi bir süredir troller yönetiyor. Türkiye bir trol cumhuriyetine dönüşmüş durumda. Ekonomiyi, güvenliği biliyorlar. Hangi milletvekilinin ne zaman gözaltına alınacağını bile sayfalarında paylaşıyorlar. Artık trollük dokunulmazlık zırhını da içeriyor. Her gün bir bakanın farklı Twitter hesabı olduğunu öğreniyoruz. Sürekli telefonla uğraştıklarında ne yapıyorlar diye  merak ediyordum. Tabi birden fazla Twitter hesapları olunca, sürekli telefonla uğraşmaları gerekiyor. Kendileriyle ilgili “yedirtmeyeceğiz” diye kendi hesaplarından mesaj yazacak kadar düşmüş durumdalar. Trollük işi belediye başkanları bakanlar ve büyük gazetelerin yayın stratejilerini şekillendiriyor.

 Yeni Şafak gazetesi, eski sözlerimi Kayseri’deki saldırıdan sonra haber yapmış. 10 - 15 gün önce söylediğim sözleri sanki Kayseri saldırısından sonra söylemişim gibi haber yapıyor, “terör tahrikçisi” diye hedef gösteriyor.Biz bu yayıncılık anlayışını 28 Şubat’tan tanıyoruz, gazetecilerin birilerini hedef göstermesi siyaset – medya ilişkisinde bilmediğimiz bir alan değil. Ama ülke trol cumhuriyetine dönünce hedef gösterenler, algı operasyonu yapanlar siyasete de rota çizmiş oluyor.

Bu ülke 5 Haziran 2015 tarihinde bombalı saldırı düzenlenen Diyarbakır mitinginden bu yana,  30 büyük katliam girişimine tanıklık ettik. Bütün bunların sorumlusu muhalefet ya da dış güçlermiş gibi hükümet siyasi sorumluluğundan kurtulabilir mi? İçişleri Bakanlığı, güvenlik birimleri ne için var? Ya bunları önlemek ya da gerçek sorumluları yakalamak için. Ama ikisi de gerçekleşmiyor. Beşiktaş saldırısının ardından başka nedenlerle gözaltına alınan HDP’lileri troller hedef gösteriyor, fail ilan ediyor, hükümet de bunun üzerinden algı oluşturuyor. Bu trol – devlet işbirliğinin çok net göstergesi.



BÖYLE GİDERSENİZ BİR KEZ DAHA DARBE KOŞULLARINI OLUŞTURURSUNUZ

Son birkaç günde 30’un üzerinde il ve ilçe binamıza saldırılar oldu. Bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda kişi gözaltına alındı. Sorumluları cezalandırmayanların kendileri sorumludur, azmettiricisidir. Bu hukukun temel ilkesidir. Uyarıyoruz; bu ateş sizi de yakar, bizi de yakar, ülkeyi de yakar. Böyle siyaset yapmaya devam ederseniz, kutuplaştırmaya devam ederseniz tıpkı 15 Temmuz’da olduğu gibi darbe koşullarını oluşturursunuz. Diyelim ki bunu istemiyorsunuz ve kontrollü bir kaos yönetmek istiyorsunuz, başkanlık sistemini kotaralım diye; bütün il ilçe binalarımız yaksanız, hepimizi tutuklasanız da biz inandığımız değerlerden vazgeçmeyeceğiz, barışı savunmaya devam edeceğiz.

PARTİ DEVLET ANLAYIŞINI YERLEŞTİRMENİZE İZİN VERMEYECEĞİZ

Einstein’in güzel bir sözü var: “Kokuşmuş uzlaşmalardan kendinizi sakının.”  Bu söz her şeyi ifade ediyor. Türkiye’de 10 yıllardır iktidarda kalmak uğruna yürütülen kirli ilişkiler bu ittifak ilişkisinin dışa vurumudur. Bu ittifak ilişkisidir ki, referandumda uçaklarla insanlar oy vermeye getirildi, şimdi FETÖ diye yargılanıyorlar. Bu ittifak ilişkileri 17-25 Aralık’tan çok önce KCK operasyonu diye belediye başkanlarının ellerine kelepçe vurdu. O koltuklarda biraz daha kalabilmek için, çocuklarınızı daha fazla zengin etmek için, yetkilerinize yeni yetkiler için bu ilişkileri devam ettirirseniz, bilin ki dereyi geçtikten sonra kimin kimi sokacağı belli olmaz. Kendi pis iktidar kavgalarınızın tarafı değiliz ama bizim üzerimizden kendi hesaplarınızı hayata geçirmenize izin vermeyeceğiz. Korku politikalarıyla anayasa referandumunu kotarmanıza, tek adam rejimine geçmenize, parti devlet anlayışını yerleştirmenize de asla izin vermeyeceğiz.

IŞİD’E SİLAH YAPIMINDA KULLANILAN MALZEMELER GİTTİ Mİ?

Geçtiğimiz günlerde ortaya çıktı, Bir İngiliz sivil toplum kuruluşu, Musul’da ele geçirilen ve askeri mühimmat, silah yapımında kullanılan malzemelerin hepsinin Türk malı olduğu anlaşıldı. 13 Türk markası ürünler üzerinde çok net görünüyor. Grup Başkanvekilimiz, şu anda cezaevinde tutulan İdris Baluken, defalarca Gene Kurul’da  sordu, gümrüklerden sorumlu bakan da kabul etmişti. Sınır kapıları IŞİD’den PYD’ye geçtikten sonra ihracat birden kesiliyor. Eğer insani yardım gönderiyorduysanız kapının kimin kontrolünde olduğunun dış ticaretinizi etkilememesi gerekir. Ama bu rakamlar gösteriyor ki giden malzemeler, öyle arkasında durulabilecek malzemeler değil. Bir firma var ki, Doktor Tarsa adlı bir firma ki sahibi Cumhurbaşkanı’nın çok eski bir dostu.

NE YAPTINIZ DA PARLAMENTER SİSTEM AYAK BAĞI OLDU?

Türkiye gündemiyle siyasetin gündemi arasına büyük bir uçurum var. Türkiye işsizlikle,  yoksullukla, ekonomik krizle boğuşurken, birilerinin gündeminde sadece başkanlığı farklı kılıflar altında sunma, kurtarma çabası var.  Biz bunu anayasa çalışması, bir hükümet modeli tartışması olarak ele almıyoruz. Bir tek soru sormak istiyoruz; siz işsizliği bitirmek için hangi tedbirleri almak istediniz de Meclis size ayak bağı oldu? Siz Türk Lirasını koruyacak hangi ciddi tedbiri, komik projeler ve hamaset dışında, almak istediniz de bakanlar, hükümet  bunu engelledi? Hangi yetkiniz yok? Hangi yetkisizlik sizi engelliyor? Gelir dağılımındaki çarpıklığı ortadan kaldırmak için hangi programın sahibisiniz de muhalefet size engel oluyor, parlamenter sistem size ayak bağı oluyor?

DARBE KOMİSYONU TURİSTİK GEZİ YAPIYOR

Bu Meclis’te sadece son bir kaç yıl içinde kurulan araştırma komisyonlarına bakın, 17-25 Aralık Komisyonu, ne çıktı? Hiç. Roboski Komisyonu. Ne çıktı? Hiç. Şimdi de Darbeleri Araştırma Komisyonu kuruldu, turistik geziler yapıyor. Darbeyi önlediği iddia edilen üst düzey yetkilileri dinlemeye niyet etmeden neyi ortaya çıkaracaksınız? Bir şeyi ortaya çıkarmaya niyetiniz yok zaten. Sulandırmak, örtmek sizin amacınız.

NASIL BİR KRİZ, KAOS HAYAL EDİYORSUNUZ?

“Ya 400 vekil verirsiniz, ya kaos olur” sloganı siyasi temsilciler tarafından adeta bir sopa gibi kullanıldı. Bu olmadı ama şimdi 330’u bulmak için arayışlara girdiler. Şimdi de şunu dayatıyorlar: Ya başkanlık ya kriz, ya başkanlık ya kaos. Şu anda ülkeyi kaosla, krizle zaten yönetiyorsunuz. Bundan daha fazla nasıl bir kriz, kaos hayal ediyorsunuz? Koltuklarınız için çok şey göze almış olabilirsiniz ama yalanlarınıza teslim olmayacağız.

2014 yılında Kamu Güvenliği Müsteşarlığı tarafından hazırlandığı iddia edilip MGK’ye sunulan çöktürme planını defalarca sorduk. 2014 yılı ne Ceylanpınar olmuş ne polisler ölmüş. Masayı dağıtan bu olmasın? Elbette bu hikayenin evveli var; Kenan Evren; “Bu sistemin dışında yol arayan 3-5 çapulcu” demişti. Turgut Özal; “Sert tedbirle üzerine gideceğimiz, dişe diş göze göz mücadele edeceğimiz ve güvenlik güçlerine yeterince inisiyatif vereceğimiz esas terör örgütüdür. O arada tabii affedersiniz biraz kurunun yanında yaş da yanar” demişti. Tansu Çiller; “On yıldır tırmanan terörü aşağı indirmek bize nasip olacak” demişti ve Süleyman Demirel “Devlet bazen rutinin dışına çıkabilir” ifadesini kullanmıştı.

GELİN BU ATEŞİ BİRLİKTE SÖNDÜRELİM

Ülke daha büyük bir ateşle çemberiyle karşı karşıya. Fitneyle ilgili çok önemli bir tespit vardır; fitne olduğunda, kardeş kavgası olduğunda yürüyorsanız durun, ayaktaysanız oturun. Yani bir durun düşünün. Ülkeyi nereye sürüklüyorsunuz, şapkayı önünüze koyup bir düşünün. Ama tam tersi bir yaklaşımla karşı karşıyayız, fitne ateşini büyütecek, kaosu büyütecek bir siyasal söylemde ısrarlı gözüküyorlar.

Bir kez daha HDP’ye yapılan saldırıları kınama zahmetinde bulunmayan siyasetçilere çağrıda bulunmak istiyorum. Evet, biz can kaybı olmasın diye elimizden geleni yapıyoruz ama bunu korktuğumuz için yapmıyoruz. Buraya hangi bedellerin ödenerek geldiğini biliyoruz. Bu bedeli ödemeye cezaevlerindeki arkadaşlarımız da biz de hazırız. Buradan bir kez daha çağrıda bulunuyoruz. Gelin bu ateşi birlikte söndürelim. Anayasa’yı başka türlü tartışalım, OHAL’i bir dakika bile beklemeden kaldıralım, maçın ortasında kural değiştirme ahlaksızlığından vazgeçelim.